logo

SERT TEPKİ! “EĞER BU DEVLET ÇOK GÖRÜYOR VE VERMİYORSA”

  • Kdz.Ereğli’de İstiklal Savaşı’nın ilk deniz şehidi Recep Kahya ile Milli Mücadele yıllarında üstün yararlılık gösteren Alemdar Gemisi’nin Ereğli’ye intikalinin 99. yıl dönümü dolayısıyla düzenlenen törende konuşan Yerel tarih Uzmanı, Araştırmacı Yazarımız Dr. Can Canver, sunumunda Alemdar olayını anlattı.
  • Milli mücadele yılları ile bütünleştirerek Alemdar olayını anlattıktan sonra uzun konuşmasının son bölümünde Gazi Alemdar Gemisine İstiklal Madalyası verilmesi gerektiğini ısrarla söyleyen Canver, “Eğer bu devlet mevzuatları aşıp Kurtuluş Savaşının tek deniz çatışmasının ve tek deniz şehidinin baş aktörü Gazi Gemi Alemdar’a hak ettiği İstiklal Madalyasını çok görüyor ve vermiyorsa o zaman söyleyecek bir şey yok demektir. ” diyerek tepkisini gösterdi.
  • Canver ayrıca; yerel tarih, kültür ve turizm konuları ile ilgilenecek bir vakıf kurulmasını önererek yerel yöneticilere “ Sayın Kaymakamım, Belediye Başkanım, ilgili yöneticilerimiz, bu organizasyonun kuruluş öncülüğünü, bayraktarlığını sizler üstlenmelisiniz, üstlenmek zorundasınız. Bu hepimizin Ereğli’ye olan borcumuzdur.” diye seslendi.

İşte Yazarımız Can Canver’in Gazi Alemdar Gemisinde düzenlenen törende (kısaltarak) yaptığı konuşmanın tam metni:

Kurtuluş Savaşının çok önemli bir olayının gerçekleştiği önemli bir mekanda ve önemli unsurlarından biri olan Alemdar Tahlisiye gemisinde bir araya gelmiş bulunuyoruz.

Gazi Gemi Alemdarı Yaptırma ve Yaşatma Derneği Başkan Yardımcısı Durmaz Demiroğlu, Alemdar olayını bu sene sen anlat dediği zaman, olguyu yerel sınırları yerine genel bir panoramik çerçeve kapsamında bütünleştirmenin daha doğru ve uygun olacağını düşündüm.

Yıl 1918… Ekim ayının 30. günü…

1.Dünya Savaşı’nda dört cephede savaşan ve söylendiği gibi çok fazla da cephe savaşı kaybetmeyen Osmanlı Devleti’nin müttefikler tarafından hükmen mağlup sayıldığı Mondros Ateşkes Mütarekesi’nin dayatıldığı gün… Bu antlaşmaya göre galip devletler Osmanlı topraklarının istedikleri yerlerini, istedikleri zaman işgal edebileceklerdi. Bir başka önemli maddesine göre de Boğazlar açılacak, Türk limanları kontrol altına alınacak, Osmanlı savaş gemileri limanlarda göz hapsine alınacaktı.

Nitekim 13 Kasım 1918’de 61 parçalık Müttefik filosu İstanbul sularına girerken, lağvedilen ordusunun başından trenle Dersaadet’e dönen Mustafa kemal Paşa, onur kırıcı bu manzarayı gördüğünde kararlı bir şekilde; ‘’Geldikleri gibi giderler’’ demiştir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun göğsünü kabartan bu Çanakkale galibi paşası yeni bir mücadelenin başlayacağını işaret ediyordu. Bu savaş özgürlük, bağımsızlık ve vatan sevgisi sevdalıları ile galiplere biat eden, onlara bağımlı ve manda altında yaşamayı kabulleneceklerini Düalist Savaşı olacaktı.

20 Kasım’da Osmanlı donanması Haliç’te gözaltına alınırken Aralığın 9’unda Yavuz zırhlısı İngilizler’in kontrolünde İstinye’den İzmit’e götürüldü. 21 Aralık’ta padişah Vahidettin, Türk halkının varlık nedeni olan Meclis-i Mebusan’ı kapattı. 5 gün sonra da mütareke gereği ilk işgaller başladı. Türk orduları Çukurova ve Kars yörelerini yabancı işgalcilere terk etmek zorunda kaldı.

18 Ocak 1919’da Paris Barış Konferansı başladı ve müttefikler Osmanlı Devleti’nin kaderini görüşmeye başladılar. Müttefikler paylaşım konusunda birbirleriyle yarışıyorlardı adeta. Fransızlar, İtalyanlar’dan önce davranarak 8 Mart günü Zonguldak’ı işgal ettiler, Ereğli’de de bir yoklama girişiminde bulundular. Kozan, Urfa, Kars elden çıktı.

15 Mayıs 1919 günü Türkiye için bir Kara Gün’dü. Yunanlılar İzmir’i işgal etti. İşgal Türkiye’nin birçok yerinde protesto edildi. Özgürlük yanlıları çaresizlikten, ümitsizlikten silkelendi. Aynı gün M. Kemal, Bandırma vapuruna binerek Karadeniz’e açıldı ve 4 gün sonra Samsun’a ayak bastı. Takip eden 4 gün içinde ise İstanbul’da 4 büyük protesto mitingi gerçekleşti.

25 Mayıs-5 Haziran 1919 tarihleri arasında Yunanlılar, Manisa, Aydın, Tire, Ayvalık, Ödemiş, Akhisar ve Ahmetli’yi işgal edince özgürlük yanlısı Batı Anadolu halkı Kuvayı Milliye teşkilatını oluşturdu. 28 Mayıs günü Havza Genelgesini yayınlayan M. Kemal Paşa, 7 Haziran’da Havza’da Sovyet Güney Orduları komutanı Albay Budyeni ile görüştü, 21 Haziran da da meşhur Amasya Genelgesini ilan ederek Kurtuluş Savaşı’nın başladığını resmen ilan etti.

Anadolu halkı geleceği için sivil örgütlenmesine de başladı.

23 Temmuz-7 Ağustos 1919 tarihleri arasında Erzurum kongresi sürerken, Batıda da I. Balıkesir, I. Nazilli ve Alaşehir Kongreleri toplandı. II. Nazilli ve II. Balıkesir Kongreleri’nin de hayata geçirilmesi sonucu çok başlı örgütlenmeyi önlemek için M. Kemal Paşa’nın girişimleri ile 4-11 Eylül 1919 tarihlerinde Sivas Kongresi’nde tüm kongreler ve dernekler bir çatı altında birleştirildi ve İstanbul’a karşı alternatif bir hükümet olarak Heyeti Temsiliye oluşturuldu.

Ancak Düalist Savaşın kötü tarafı da harekete geçmişti. 21 Eylül’de I. Anzavur isyanı patladı. 29 Ekim’e kadar birbiri ardınca I. Bozkır, II. Bozkır, Şeyh Eşref, Adapazarı-Talustan isyanları Anadolu hareketini boğmak için çıkartıldı. 30 Ekim’de Fransızlar Urfa ve Maraş’ı işgal ettiler. Ancak özgürlük yanlısı bu iki şehrin halkı direnişe geçtiler.

M. Kemal Paşa ve Heyeti Temsiliye, 27 Aralık’ta Ankara’ya gelince İstanbul’daki müttefiklerin kuklası padişah Anadolu hareketini engellemek için 12 Ocak 1920’de Meclis-i Mebusan’ı yeniden açtı. Ancak özgürlük yanlıları 28 Ocak günü Misak-ı Milli’yi ilan ettiler. Bu padişahın ve müttefiklerin beklemedikleri bir adımdı. Şoku atlatır atlatmaz 2.anzavur isyanı başlatıldı, 5 Mart’ta topladıkları Londra Konferansında İstanbul’un işgal edilmesini kararlaştırdılar. 16 Mart günü İstanbul resmen işgal edildi, Meclis kapatıldı. 8-14 Nisan arasında Adapazarı, I. Düzce, Beypazarı isyanları çıkartıldı. 10 Nisan’da Şeyhülislam Dürrizade’nin fetvasına, 6 gün sonra Ankara Müftüsü Rıfat Börekçi ve Anadolu müftüleri karşı fetva ile karşılık verdiler.

17 Nisan’da özgürlük yanlısı Antepliler savunmaya geçerken, düalist karşıtlar ertesi günü Kuvayı İnzibatiyeyi kurup Bolu isyanını başlattılar. Aynı gün Osmanlı Devleti’nin ölüm hükmünü belirlemek için San Remo Konferansını topladılar. Daha TBMM açılmadan yakın çevresinde, Adapazarı’nda 24.Tümen pusuya düşürülüp imha edildi, Gerede isyanı patlak verdi. Anadolu halkının egemenliğini eline aldığı TBMM’ne karşılık San Remo Konferansı, Türkiye’nin paylaşılmasına karar verdi ve yöntemini belirledi. 26 Nisan günü M. Kemal, Vladimir İliç Lenin ile mektuplaşıp Anadolu hareketinin amaç ve hedeflerini belirtip yardım talebinde bulundu.

Ancak Ankara ve TBMM tehdit altındaydı.

27 Nisan-14 Mayıs 1920 tarihleri arasında Taraklı, Safranbolu, Bolu isyanları çıkartıldı, Anzavur Geyve Boğazı’na saldırdı. Anadolu hareketinin merkezi kıskaç altına alındı. Fakat 23 Mayıs günü harekete geçen Çerkes Ethem adlı kahraman asileri etkisiz hale getirip Ankara’ya soluk aldırdı.

25 Mayıs 1920 günü Bakü’deki Türk Komünist Fırkası Vekili Dr. Fuat Sabit, M. Kemal’in talebini Sovyet Hükümetine kabul ettirdi. Sovyetler 1 milyon altın lira, 60 bin tüfek, 180 milyon fişek, 108 sahra topu ve 12 ağır top yardımı yapmayı ilke olarak kabul etti.

Urfa ve Maraş’ı kuşatmış olan Fransızlar, 20 günlük ateşkesi kabul ettiler ancak düalistler hemen ertesi günü Urfa’da Milli Aşireti’ni isyan ettirdiler. 3 Haziran günü Moskova’dan gönül rahatlatan haber geldi. Sovyet Dışişleri Bakanı Çiçerin, M. Kemal’in Lenin’den yardım talebine olumlu yanıt verdi. Buna göre Sovyetler, Ankara’ya 2 milyon lira, 60 bin tüfek, 112 hafif makineli tüfek ve 10 ağır top vermeyi kabul ettiler. Anadolu hareketi için önemli bir lojistik destek ve kaynak bulunmuştu.

Ankara ile 20 günlük ateşkes imzaladıkları için İngilizlerin tepkisine maruz kalan Fransızlar 8 Haziran 1920 günü Kdz Ereğlisi’ni işgal ettiler. Ereğli Kuvayı Milliyesi şehri savunmaya başladı. Bu arada Yüzbaşı Cevat Rifat Atilhan’ın komutanlığında 200 atlı ve 300 yayadan oluşan Zonguldak Kuvayı Milliyesi kuruldu. Aynı günlerde Yozgat’ta da çapanoğulları isyanı başladı. İngilizler’in talimatıyla 13 Haziran’da Yunanistan’da seferberlik ilan edildi. Ertesi günü Kuvayı İnzibatiye İzmit’e saldırdı.

18 Haziran 1920 günü Ereğli halkı ve Kuvayı Milliyesi şehri Fransız işgalinden kurtardığı gün, Fransızlar Zonguldak’a kuvvet yığarak şehri adeta ikinci kez işgal ettiler ve Urfa-Maraş ve Çukurova cephelerinde yeniden saldırıya geçtiler.

Düalist karşıtlar topyekün saldırıya geçmişlerdi. 12 Haziran’da ilk Yunan genel taarruzu, Bursa ve Uşak yönlerinde başladı. Ertesi günü Yozgat isyanı da Ankara yakınlarına kadar yayıldı. 3 Temmuz’a kadar Balıkesir düştü, Bursa’ya kadar tüm Güney Marmara Yunan işgaline girdi, bu arada Nazilli ve Salihli de Yunan birlikleri tarafından ele geçirildi. 8 Temmuz’da da Bursa Yunanlılar tarafından işgal edilecektir.

4 Temmuz 1920 günü Venizelos vapuru Zonguldak’a 200 Fransız askeri ve külliyatlı miktarda silah ve cephane getirdi. 11 Temmuz’da bu kez Batum’dan İtalyan vapuru ile 104, İngiliz vapuru ile 1040 Fransız askeri Zonguldak’a getirildi. Müttefikler Zonguldak üzerinden de Ankara’ya yürümeye hazırlanıyorlardı. Ancak Yüzbaşı Cevat Rifat Bey ile Bartın ve Zonguldak Kuvayı Milliyesi Fransızları Sapça geçidinde bozguna uğratıp onları Zonguldak’a adeta hapsedeceklerdir.

Türk-Sovyet görüşmelerinin Moskova’da başladığı Temmuzun 24.gününün ertesinde Yunanlılar Doğu Trakya’yı ve Edirne’yi işgal ettiler. Batı Anadolu’da Çerkes Ethem ve Demirci Mehmet Efe Kuvayı Milliyeleri düşmanla kıyasıya çarpışıyorlardı. Fakat 8 Ağustos’ta 2. Düzce isyanı patladı. 2 gün sonra da Türkiye’nin ölüm fermanı olan Sevr Antlaşması’nı Osmanlı delegeleri imzaladılar. Düalist savaş devam etmekteydi. Çukurova ve Urfa-Maraş-Antep halkı Fransızlara karşı inatla direniyorlardı.

24 Ağustos  1920’de imzalanan Türk-Sovyet Dostluk Antlaşması özgürlük yanlılarının moralini yükseltti.

Bu antlaşmaya göre Moskova 200 bin tüfek, 5 milyon fişek, 350-400 top, 75 bin top mermisi, 500 mitralyöz, 200 sahra telefonu, 200 uçak, 100 kamyon, 40 otomobil, 100 bin asker giysi ve teçhizatı, 50 bin kaputlu kumaş ve bir tüfek fabrikası vereceklerdi.

Fakat düalist kötüler 2.Yunan genel taarruzunu başlattılar. Uşak ve Simav düştü. 2.Yozgat isyanı başlatıldı. 1 Eylül 1920’de toplanan Bakü Doğu Milletleri Kurultayı’nda 3.enternasyonal Başkanı Zinovyev, Türkiye’ye yardım yapılacağını bir kez daha teyit edince Anadolu mücahitlerinin umutları yükseldi. Türk-Sovyet Dostluk antlaşmasını imzalayan İktisat vekili Yusuf Kemal Tengirşek Bey, Moskova’dan ayrıldı. Yanında Ruslar’ın verdiği ilk parti yardım olan 1 milyon altın ruble, 1 vagon dolusu mavzer tüfeği getiriyordu.

Sovyetler 2.parti olan 1 milyon altın rubleyi 9 Ekim’de, 1.5 milyon altın ruble olan 3.meblağı da 17 Aralık 1920’de yapacaklardır.

21 Eylül’de Rus limanlarında yapılacak sevkiyatları düzenleyecek bir Bahriye kaçakçı Müfrezesi kuruldu. Buna ilaveten İstanbul silah depolarındaki askeri malzeme, silah ve cephaneyi de Anadolu’ya kaçıracak Hamza Grubu Dersaadet’te oluşturuldu.

Türk-Sovyet Dostluk Antlaşması gereğince Doğu Anadolu’nun Türkiye’ye dahil edilmesi ve Ermenistan’ın Sovyetleştirilmesi doğrultusunda Doğu harekatı başlatıldı. Karşıt düalistler de bu harekatı arkadan vurmak amacı ile Ekim ayının başında Kemah’ta Koçgiri isyanını başlatırken Konya’da da Delibaş Mehmet’i şeriat söylemleri ile harekete geçirdiler.

4 Ekim günü Rüsumat motoru ile İnebolu’ya Sovyet yardımı 632 tüfek, 615 kasatura, 1185 sandık cephane getirildi ama derme çatma takalar ve deniz araçlarıyla yardımın tamamının kısa sürede nakli mümkün değildi. Kuvayı Milliye donanması diye bir şey söz konusu değildi ve acilen yollu, seri, fazla yük taşıyabilen büyük gemilere ihtiyaç duyulmaktaydı. Karadeniz’de Ankara’nın elinde bulunan artık miatlarını doldurmuş olan Preveze ve Aydın Reis gambotları güvenlikleri için Novorosiski limanına gönderilip Rus bandraları çekildi.

24 Ekim’de Batı Anadolu Kuvayı Milliyesi Gediz’e bir taarruzda bulunduysa da 3 gün sonra Yunan taarruzu ile Yenişehir ve İnegöl düştü. Ekim ayının sonunda Kazım Karabekir Paşa’nın yönettiği Doğu Harekatında Kars’ın alınmasıyla tüm Doğu Anadolu Türkiye’ye geri dahil edildi.

Ekim’in 30.günü Kdz Ereğlisi’nde Yunanlıların Dafni vapuruna el konulsa da üç gün sonra ani bir Fransız saldırı ile elde tutulamadı. Böylece silah sevkiyatında önemli bir araç imkanı elde edilemedi. Bu sırada Çukurova ve Antep’te şiddetli çarpışmalar sürüyordu.

2 Kasım günü 2.Sovyet silah yardımı kapsamında 32 vagon silah ve cephane, 7.5’luk İngiliz sahra topu Türkiye’ye gönderildi. 6 Kasım’da da yine Ereğli limanında 1300 tonluk bir gemiye el konuldu ve Şahin adı verildi. Ankara donanmasının elinde Rüsumat motoru, Preveze ve Aydın Reis gambotlarından sonra 4.gemi oldu.

17 Kasım’da ateşkes isteyen Ermeniler, 2/3 aralık gecesi Gümrü antlaşmasını imzaladılar. Böylece Doğu Cephesi kapandı, Ankara arka bahçesini güvence altına aldığı için Batı cephesine asker ve cephane gönderme imkanı buldu. Ancak bu cephede Kuvayı Milliye Seyyar Kuvvetleri ile Batı Cephesi komutanlığı arasında anlaşmazlık sürmekteydi. Görüşmelerden sonuç alınamayınca Güney cephesi Komutanı Refet Bey, Demirci Mehmet Efe’yi tasfiye etti. Bundan istifade ederek ileri harekete geçen Yunan birlikleri 10 Ocak 1921’de I.İnönü’de mağlup edildi. Ankara, Kurtuluş Savaşı’nda ilk zaferini kazanmıştı. Sorun yaratan Çerkes Ethem ve kuvveti ise 11 gün süren takipten ve çatışmalardan sonra tasfiye edilebildi.

Bundan 2 gün sonra, daha önce Samsun’da bir gemiyi kurtarmaya gittiğinde Kuvayı Milliyecilerle görüşen Alemdar gemisi mürettebatı, İstiklal Harbi’ne katılmak amacıyla gemiyi 23 Ocak gecesi İstanbul’dan kaçırdılar. Ankara’nın şiddetle sevkiyat gemisine ihtiyacı vardı. Alemdar coşkun tezahüratlar arasında 25 Ocak sabahı Ereğli sularına girdi. Alemdar’ı İstanbul’dan kaçıran mürettebatını saygıyla zikretmek istiyorum:

2.Çarkçı Üsküdarlı Osman Efendi, 3.Çarkçı Makine Lostromo Trabzonlu Hikmet Efendi, Güverte Lostromo Üsküdarlı Ali Reis, Serdümen Trabzonlu Rıfat Reis, Recep Kahya ( İpek ), Ateşçi Göreleli Yusuf, Kamarotlar Erzincanlı Salih ve İstanbullu Avram…

Ertesi günü Kaymakam Arnavut Necati Bey, Ereğli Liman Reisi eski Çanakkale Mayın Komutanı Nazmi Bey, Nimet hoca ve Ereğli MHC üyelerinin çabaları ile kömür ve lojistik ihtiyaçları giderilen Alemdar’a Ereğli’den 13 tayfa verildi.

Büyükbabam Caferoğlu Hasan, Tofta Yakup, Fikri Topatlı, Çırakların Hilmi, Çekirgeoğlu İsmail, Karabit Tevfik, Tahsildar hasan Efendi, İstanbullu Ömer Efendi, İstanbullu Reşat Efendi, Hacı Yakup’un ( Kosta’nın ) Tahsin, Ketencilerli Tahir ve Orta köylü Şaban vatanseverlik duyguları ile gemiye katıldılar.

Gemiye ayrıca Ereğli’de bulunan İsmail Hakkı Kaptan, Çarkçıbaşı Beykozlu Adil Bey ve Ereğli AP teşkilatından Tevetoğlu Ali Dursun Efendi görevlendirildiler.

27 Ocak sabahı Bababurnu’nu dönerek Trabzon’a doğru yola çıkan Alemdar, kendisini Ölüce Feneri hizasında pusuda bekleyen C-27 Fransız gambotu tarafından ele geçirilerek Zonguldak’a götürüldü. İşgal komutanlığının emri ile bu kez İstanbul’a götürülmek üzere yeniden yola çıkarıldı. Önde Alemdar, arkada Fransız gambotu olmak üzere Bababurnu hizasına gelen yurtsever denizcilerimiz önemli bir karar aldılar: ‘’Ya istiklal, ya ölüm.’’. Gemide önce çıkarılan kavga, sonra horon çekme olgusu çok kıvrak bir Karadeniz zeka ürünü olarak tarih sayfalarında yerini aldı.

Gemideki Fransız Yüzbaşı Tilli ve 3 Fransız askerini etkisiz kılıp dümenini Ereğli limanına çeviren Alemdar’ı, onu takip etmekte olan Fransız gambotu ihtarla ateş açtı. Çıkan çatışma Ereğli’den duyulunca Bozhane denizcilerinden Liman dairesi görevlisi İhsan akman, Liman dairesi sandalcısı Bahriyeli Çolak Ahmet, sandalcı Hüda ve Hüseyin kardeşler, sandalcı Hasan, Ölü Muharrem ve Mülazımzade Cevat denizden, Ereğli Kuvayı Milliye kumandanlarından Halil Ağa ( Ekren ), Rizeli Tatoğlu Ömer Ağa ve yeğeni Halim, Ereğli Kuvayı Milliye çetecilerinden Mazlumcuoğlu İsmail ve Galip kardeşler ve bu sırada Ereğli’de bulunan İpsiz Recep ve çetesi de Bababurnu’ndaki siperlerden karadan Alemdar’ın yardımına koştular. Alemdar çatışmasında Ketenciler köyünden Tahir göğsünden, İstanbullu Ömer üç yerinden, Orta köylü Şaban başından yaralanırken Rize’nin Pekmezci köyünden, 1874 doğumlu Hacı Mahmut oğlu Recep kahya şehit düştü.

Alemdar, sabah tören düzenlenen Alemdar anıtı’nın bulunduğu mevkideki Çobançeşmesi sığlığına karaya oturtuldu.

Recep Reis eller üzerinde Yalı caddesinden Hükümet önüne götürüldü ve İskele camiinde kılınan cenaze namazından sonra defnedildi. Üç gemiden oluşan Fransız filosu Ereğli sularına gelerek ültimatom verdi. Ancak sonuç alamayacağını anlayınca 2 Şubat 1921 günü Alemdar Mütarekesini imzaladı. Buna göre; *Alemdar Türk tarafında kalacak, *Fransızlar 10 millik Türk kara sularında dolaşan gemilerimize müdahale etmeyecekler, *Fransız esirler iade edilecekti. Bu antlaşma müttefik blokta derin çatlak oluşturacak, Fransızlar’ın ileride Ankara Antlaşmasını imzalayarak savaştan çekilmelerine önayak olacaktır.

Ancak Alemdar yüzdürülemeyecek, silah ve cephane sevkiyatı için Trabzon’a gönderilemeyecekti. Alemdar mürettebatı gemiyi tekrar yüzdürdüler ve kalın bir halatla asırlık çınar ağacına bağladılar. Çeştepe siperlerinde askeri talimlerini sürdürdüler.

3.kez genel bir taarruza geçen Yunanlılar 1 Nisan 1921 günü 2.İnönü Zaferi ile bozguna uğratıldılar. Batı Cephesi bir süre sessizliğe büründü. 20/21 Haziran 1921 gecesi Fransızlar ani bir kararla Zonguldak’ı boşalttılar. Buradaki Fransız tehdit ve engeli ortadan kalktığı için Bahriye Dairesi Resisi Şevket Doruker Bey bir hafta sonra Ereğli’ye geldi, mülki erkan ve Alemdar komutanları ile görüştü ve geminin gayrı resmi bir şekilde Trabzon’a götürülmesi emrini verdi. Bu sırada Alemdar’a Kıdemli Yüzbaşı Nuri Pekergin Bey gemi komutanı olarak atanmıştı.

Ancak 8 Temmuz’da Yunan 4.genel taarruzu başladı ve Yunan donanması Karadeniz’de dolaşmaya başladı. Türk ordusu Eskişehir-Kütahya Savaşlarını kaybedince önce Eskişehir’in, sonra da Sakarya’nın doğusuna çekildi. Bu sırada Sovyetler, Ankara’nın Fransızlar’la tüm cephelerde savaşı durdurma konusunda anlaşmalarını bahane ederek, aslında İngiltere ile bir ticaret anlaşması imzaladıklarından Türkiye’ye vaat ettikleri silah-cephane yardımını askıya aldılar. Savaş kapıdaydı ve elde askeri teçhizat ve malzeme yoktu. Türkiye kendi imkanlarını kazımak zorundaydı. M. Kemal paşa, 7 Ağustos günü dünyada eşi benzeri bulunmayan Tekalifi milliye emirlerini yayınladı. Herkes tedirgindi zira Türk halkından elinde avucunda ne varsa Türk ordusuna vermesi isteniyordu. Fakat düalist kötülerin düşünce ve beklentileri boşa çıktı. Düalist iyiler ve özgürlük sevdalıları Türk ordusunu yalnız bırakmadı. Neye sahiplerse Mehmetçiğe gönderdiler.

23 Ağustos’ta Kurtuluş Savaşı’nın en büyük dönemeci olan Sakarya Meydan Muharebesi başladı. 21 gün 21 gece süren şiddetli ve kanlı çatışmalardan sonra Sakarya Zaferi kazanıldı. Bu başarı ile 4 gün sonra da tüm Anadolu’da seferberlik ilan edildi. Savaşın sonucuna göre hareket etme kararı almış olan Sovyetler, Ankara hükümetine yeniden silah-cephane sevkiyatının başlatılmasına izin verdiler.

24 Eylül 1921 günü çıkan Kestanekarası fırtınasından yararlanan Alemdar, Ereğli’den hareketle Trabzon’a doğru yola çıktı. Alemdar’ın 2.dönem kadrosu şöyleydi:

1.Süvari Kıdemli Deniz Yüzbaşı Nuri Pekergin Bey, 2.Süvari Ali Rıza Efendi, Serçarkçı Beykozlu Adil Bey,2.Çarkçı Osman Efendi, 3.Çarkçı Hikmet Efendi, Ateşçi Ereğlili Ahmet oğlu Mustafa Çavuş, Katip İnebolulu Avni Efendi, Aşçı Bartınlı Mustafa, Gerzeli Sabri Çavuş, İnebolulu Mehmet Onbaşı, Cideli Mustafa Onbaşı, Bartınlı Osman, Alaplılı Hakkı, Zonguldaklı İbrahim oğlu Yusuf, Sinoplu Şükrü, Göreleli Yusuf, Ereğli’den Caferoğlu Hasan, Orta köylü Şaban, İsmail oğlu Hakkı, Yakup oğlu Tahir, Halil oğlu İbrahim, Ali oğlu Şaban, Musabey köyünden Mehmet oğlu Hüseyin, Mühendisler Zeki, Celal ve Kemalettin Sami Efendiler ile Gedikli Zabit Aziz Efendi…

Bu kahramanlar vatan sevgisi, özgürlük ve bağımsızlık inancı ve kararlılığıyla Karadeniz’e açıldılar. Türk ordusunun nihai savaşa hazırlanması için Rus limanlarından Yunan gemilerinin tehdidine aldırış etmeden silah, cephane, askeri malzeme nakletmeye başladılar. Büyük Taarruz öncesi Karadeniz limanlarına defalarca ve külliyetli miktarda sefer düzenlediler.

Büyük Taarruz’un kazanılmasından ve Yunan ordusunun denize dökülmesinden sonra da Alemdar Karadeniz’de görevini sürdürdü. 27 Ekim 1922 tarihinde Pontosçu Abacı yanko çetesini yakaladı. Bu sırada Alemdar’ın 3.dönem kadrosu şöyleydi:

1.Süvari Mustafa Ercivelek Bey, 2.Kaptan Yüzbaşı Nedim, Başçarkçı Kıdemli Yüzbaşı Niyazi, 2.Çarkçı Osman Bey ve Güverte subayları Celal, Zühtü ve Süruri Bey’ler.

Kdz Ereğli Tarih, Doğa ve Kültürünü Yaşatma Derneğinin başkanlığını yaptığım dönemde;

Ereğli halkının dikkatini çekmek için hazırlattığımız Recep kahya sembolik mezar taşının açılış törenini 1999 yılının 27 Ocak günü lapa lapa yağan bir kar altında gerçekleştirmiştik. Dönemin kaymakamı, Karadeniz Bölge Komutanı ve tüm yerel yöneticiler törende hazır bulunmuşlardı. Sayın Belediye Başkanımız Halil Posbıyık o günü çok iyi hatırlar zira o da o gün Belediye Başkanımız olarak bize destek vermişti. Ve o tarihten itibaren derneğimizin öneri ve talebi ile 27 Ocak günü Alemdar Günü olarak günümüze kadar kutlana geldi.

Genelkurmay Başkanlığı ATASE Arşivlerinde yaptığım araştırmalarda Alemdar olayının 27 Ocak 1921 tarihinde gerçekleştiğini tespit etmiş ve Kültür Bakanlığı tarafından basımı yapılan 600 sayfalık ‘’Kurtuluş Savaşında Batı Karadeniz’’ adlı kitabımda bu tarihi doğru olarak kayıt etmiştim. Ancak birkaç yıl 9 Şubat’ta kutlanır oldu, sonunda sayın Kaymakamımızın talimatları ile toplanan komisyon doğru tarihe dönülmesini sağladı.

Daha sonraki yıllarda Gazi gemi Alemdarı Yaptırma ve Yaşatma Derneğini kurduk ve uzun çalışmalardan sonra Alemdar Gemisi Müzesi’ni hayata geçirebildik. O dönem Kaymakamımız Aziz İnci’ye, Karadeniz Bölge Komutanımız Deniz Kutluk paşamıza, geminin yapımı için gereken 60 bin ton sacı temin eden Erdemir Genel Müdür Yardımcısı Fadıl Demirel’e ve tabii ki her zaman Ereğli tarih ve kültürü çalışmalarına destek veren Belediye Başkanımız Halil Posbıyık’a teşekkür ediyor, minnet ve şükran duygularımızı sunuyorum.

Tabii ki o dönemde Deniz Kuvvetleri Komutanımız Metin Ataç paşamızı unutmamız mümkün değil, gerek geminin planlarının Tuzla Tersanesinde hazırlanmasında büyük katkısı olmuş ve bizzat geminin açılışına katılarak bizlere destek vermişti. Yine geminin Ereğli’deki aktif tersanelerde inşa edilmesi ve deniz şatılları ile bulunduğumuz yere nakilleri ile monte edilmesinin gerçekleştirilmesinde bize destek veren Deniz Ticaret Odası Başkanımız İrfan Erdem’e de sonsuz teşekkür ediyorum.

Geminin son aşamasında bizimle birlikte çalışan ve açılışını gerçekleştiren Türker Erürk paşamı da minnetle anıyorum. Alemdar Gemisi Müzesi açılışı yapıldı. Ancak maalesef o günden bu güne Alemdar Gemisi Müzesi bu statüye kavuşamadı bir türlü. Bence hala bir deniz müzesi niteliğini taşımakta. Alemdar’ın 3.dönem gemi komutanı Mustafa Ercivelek’in torunu Maltepe Üniversitesi öğretim görevlisi Elif Sungur ve annesinin bağışladıkları Alemdar’ın orijinal bayrağı ve dedesinin bireysel askeri silahları dışında Alemdar’ı hatırlatan fazla bir materyal yok. Alemdar ve Alemdar kadrosuna, onun yakınlarına yönelik bilgi, belge, obje ve donelerin temini başta planlanması ve hedeflenmesine rağmen bir türlü gerçekleştirilemedi. Şimdi Alemdar’ın şehit ve gazilerinin yakınlarına dedelerine, babalarına ait bu tür araç, gereç, fotoğraf, silah ve bireysel eşyaları varsa, Alemdar gemisi Müzesine bağışlayarak bunların gelecek kuşaklara aktarılmasını sağlamalarını, yok olup gitmelerine izin vermemelerini istiyor ve diliyorum.

Alemdar olayı senelerdir kutlanmasına rağmen yerelsellikten kurtarılmadı, kurtarılamadı.

Ulusal boyutta acaba kaç Türk vatandaşı Kurtuluş Savaşı’nın bu önemli kilit olayını biliyor. Alemdar’ı ulusal boyuta taşımak zorundayız. Ereğli’de turizm ve tırizmin geliştirilmesinden bahsediyoruz ancak bir arpa boyu ilerlemiş değiliz. Turizmde yol alabilmek için tanıtım önemlidir. Tanıtımda da o kentin marka değerleri öne çıkar, yerli veya yabancı turist açısından ilgi çekici bulunur. Marka değer o kente özgün olmalı, dünyada bir başka örneğinin olmaması gerekir. Türkiye’de ve dünyada 20’in üzerinde Herkül adına kurulmuş Herakleia kenti olduğunu biliyoruz. Ama Herakleia Pontika bir tane. Kentimizin arkeolojik, antik çağ, mitolojik özelliklerini işlemeliyiz. Osmanlı ve İslami değerlerini de yansıtmalıyız.

Kurtuluş Savaşında birçok kara savaşı olmuş ancak deniz çatışması ve deniz şehidi bir tane. O da bizim kentimizin marka değerlerinden biri… Herakleides, Osman Zeki oral, Uzun Mehmed vb bizim kentimizin marka değerleri. Bunlar gibi daha birçok bize özgü, kentimize özgün değerlerimiz var.

Kentimizde Ereğli yerel tarihi ve kültürü doğrultusunda araştırma yapan, yazılar yazan bir avuç yerel tarih araştırmacısı arkadaşımız var. Ancak üzüntüyle görmekteyim ve izlemekteyim ki; dağarcıklarındaki bilgi, belge ve doneleri birleştirip standart bir Ereğli envanteri oluşturmak yerine zaman zaman birbirleri ile kalem silahşörlüğüne soyunmaktalar. Bir kentin yerel tarihçilerinin birbiriyle uyuşamadıklarını gören kent dışı kişiler, turistler, bilim insanları Ereğli’yi ne kadar ciddiye alırlar.

Kısır tartışma ve anlaşmazlıklardan örnek vermek gerekirse;

*Recep Reis’in sembolik mezar taşının yeri hususu: Biz Kdz Ereğli Tarih, Doğa ve Kültürünü Yaşatma Derneği olarak Recep Kahya’yı Ereğli halkına tanıtmak ve farkındalık yaratmak amacıyla sembolik mezar taşını bugün Belediye veya İnönü Parkı olarak nitelenen ancak Ereğli halkı tarafından Garipler Mezarlığı olarak söylenen alana monte ettiğimiz zaman birileri çıktı; bir şehit adı sanı bilinmeyen ölü gemicilerin gömüldüğü yere gömülemez şeklinde yapıcı olmayan eleştirilerini yönelttiler, dinleme ve anlama zahmetinde bulunmadılar. Elbette ki bir şehit böyle bir yere gömülemezdi ancak Ereğli halkının ve dışardan gelenlerin yoğun olarak uğradıkları bir mekanda Recep Reisi daha kolay görmeleri, bilmeleri sağlanacaktı, sağlandı. Nitekim şu anda bulunduğumuz mevki de Alemdar’ın karaya oturtulduğu mekan değil. Ama yılda kaç kişi ziyaret ediyor, istatistiklere bakmak gerekir.

*Recep Reis’in mezarının nerede olduğu hususu: Ereğli’de ve şehir mezarlığında Recep Reis adını taşıyan bir mezar taşı yok, bulamadık. Recep Reis’in torunlarından Muhsin İpek’le yıllar önce konuşup dedenizin mezarı nerede biliyor musunuz diye sormuştum. Bana biz Kasımpaşa Şehitliğine gidip orada bulunan Recep reis yazılı bir mezarın önünde dua ediyoruz dediğinde heyecanla Kasımpaşa Şehitliğine gittim, mezarı buldum. Hayatın ilginç tesadüfüne bakın ki; mezar taşında yazanlara göre isim aynı, doğum yeri ve tarihi aynı, baba adı aynı fakat sağındaki solundaki mezar kimlik bilgilerinin bizim Alemdar gemisi ile bir ilgisi yok. Milli Savunma Bakanlığının yayımladığı Şehitlerimiz adlı albümde deniz şehitlerimiz taradığımda, bu mezarların Balkan Savaşında Romen ve Bulgar limanlarını bombaladıktan sonra İstanbul’a dönerken karşılaştığı bir Bulgar torpidosunun açtığı ateş sonucu baş kasarasından ölümcül derecede yara  alan Hamidiye Kruvazörünün tayfaları olduğunu tespit ettim. Sonra elime geçen bir fotoğrafta Ereğli’de bir askeri mezarlığın ve önünde namazgahı olduğunu gördüm. Bir deniz şehidinin askeri mezarlığa defnedilmesinden daha doğal bir şey olamazdı. O dönem işaret ettik ancak buna da karşı çıkanlar, kafa karıştıranlar oldu. Fakat bugün bu fırsatı kaçırdık zira işaret edilen yerde Recep Reis için bir anıt inşa etme şansımız yok çünkü bugün orada bir bina yükselmekte.

*Recep reis mi, Recep Kahya mı, neden Recep kaptan değil meselesi: Yerel tarih araştırmacılarımızdan bazıları hatta şehir dışındaki araştırmacıları bu hususta bir süre kalem yarışı yaptılar. Oysa sıfatların hepsi de Alemdar’ın serdümenine ait. Şehit Serdümen Recep, reisliğini Rizeli olmasına ve uzun süre taka reisliği yapmasına borçlu. Kahyalığı ise bir süre Haliç’te sandalcılar kahyalığı yaptığı dönemde ona verilen bir unvan sıfatı.

Tartışma konuları birçok… Sıralarsak;

*Uzun Mehmed efsane mi, gerçek mi?

*Ereğli Orhan Gazi tarafından mı fethedildi, yoksa Yıldırım Bayezit tarafından para ile mi satın alındı?

*Sizi gidi Herkülcülerin Ereğlisi mi, Orhan Gazi’nin Osmanlı Ereğlisi mi meselesi.

*Ereğli seyyitler kenti mi değil mi?

*Şeyh Nasrullah Efendi’nin mezarı Göztepe’de mi, Çeştepe’de mi sorunu.

Yerel tarih araştırmacısı arkadaşlarıma önerim, en iyi ben bilirim, benim söylediklerim en doğru, benim belgelerim seninkini döver düşünce, zihniyet ve eylemlerini sürmek yerine belirli aralıklarla bir araya gelip Ereğli’nin tarihi, kültürel değerlerini standardize etmelerinin en doğru yaklaşım ve yöntem olacağı düşüncesindeyim.

Bize emanet edilen, bizden biri olan, Ereğli’nin evladı olan Recep Reis’imizin mezar yerini dahi belirlemiş, oraya bir anıt dikebilmiş değiliz. Daha önceki yıllarda bunu talep etmemize ve dillendirmemize rağmen maalesef sonuç alınamadı.

Gazi Alemdar gemimize bir istiklal Madalyası da kazandırabilmiş değiliz.

Gazi Gemi Alemdarı Yaptırma ve Yaşatma Derneği, TBMM Başkanlığı nezdinde, bu doğrultuda girişimde bulundu maalesef bu da akim kaldı. Değerli milletvekillerimizin, mülki erkanımızın, yerel yöneticilerimizin, siyasilerimizin destek, katkı ve girişimlerine muhtaç. Eğer bu devlet mevzuatları aşıp Kurtuluş Savaşının tek deniz çatışmasının ve tek deniz şehidinin baş aktörü Gazi Gemi Alemdar’a hak ettiği İstiklal Madalyasını çok görüyor ve vermiyorsa o zaman söyleyecek bir şey yok demektir.

Ereğli’de kaç tane Ereğli kültürünü yaşatma, geliştirme hedefli dernek var?.. Hedef aynıysa neden bir tane değil, birden fazlalar. Çünkü başta siyasi neden olmak üzere çeşitli nedenler doğrultusunda kuruluyorlar ve bir süre sonra atıl duruma düşüyorlar. Etkin ve etken olamıyorlar.

Hayallerin heyecanı kibrit alevi gibidir, yanarlar ve sönerler. Bizim bu ateşi hiç sönmeyecek fener ışığına aktarmamız gerekli. Nitekim birçok kibrit ateşi yaktık, heyecan bitince söndüler. Dernekler ve günübirlik girişimler bence bu alanda misyonlarını doldurdu. Zira yapılması gerekenler onların ekonomik boyutunu çok aşıyor.

Artık kentimizin hem marka değerlerini, kent tarihini, kültürünü bilimsel yöntemlerle ve nitelikte araştıracak, bilimsel yayınlar yapacak, marka değerlerimize yönelik sempozyumlar, bienaller, kongreler düzenleyecek, kent kitaplığı ve bibliyografyası oluşturacak, kısacası kent belleğini oluşturacak kalıcı, siyasileştirilmeyen, ötekileştirilmeyen berikileştirilmeyen, hedef ve misyonundan saptırılmadan vizyonun koruyabilecek bir multidisipliner, eş kuruluşlarla işbirliği yapacak, bilimsel kadrolu, kendini finanse edebilecek, uzun soluklu bir organizasyon oluşturulmalıdır.

Sayın Kaymakamım, Belediye Başkanım, ilgili yöneticilerimiz, bu organizasyonun kuruluş öncülüğünü, bayraktarlığını sizler üstlenmelisiniz, üstlenmek zorundasınız. Bu hepimizin Ereğli’ye olan borcudur.

Bu organizasyonun yapılandırılması elzemdir diye düşünüyorum ve bunun adı neden Kdz Ereğli Tarih, Kültür ve Turizm Vakfı olmasın şeklinde zihin kurcalaması yapıyorum.

Bir düşünülsün, bu doğrultuda bir adım atılsın diye düşünüyor ve ümit ediyorum.

Başta Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere, bu vatan uğruna canlarını bir an olsun düşünmeden feda eden ve kanlarını akıtan aziz şehit ve gazilerimizin manevi huzurlarında saygıyla eğiliyorum. Ruhları şad olsun. Sundum ve arz ettim Sayın kaymakamım…

Paylaşın:
1235 Kez Görüntülendi. Etiketler: »
#

SENDE YORUM YAZ

#

SERT TEPKİ! “EĞER BU DEVLET ÇOK GÖRÜYOR VE VERMİYORSA”” için 1 yorum

  1. Ülkemizin her yerinde Dr Can Canver gibi tarihimize sahip çıkan insanlarımız olsa gençlik daha bilinçli yetişir.