logo

DEPREM VE DEPREMİN HATIRLATTIĞI KORUYUCU AİLELİK ÜZERİNE

Deprem;

Deprem yavaş gelişen ve önlem alınmazsa ağır sonuçlar doğurabilen sinsi bir afettir. Doğa acımasız bir şekilde gücünü dışarı vurur bu felakette.

Bir deprem ülkesiyiz, yerkabuğunun levha kırıkları üzerinde yaşıyoruz. Araştırmacılara göre yeryüzünde her yıl bine yakın zarar verici deprem oluyor. Payımıza düşen acı tecrübeler dışında aldığımız pek bir ders yok. Depremlerin yarattığı ağır tahribata rağmen gerekli önlemleri yeterince almıyor bu acı gerçekle bir türlü yüzleşemiyoruz. Nerede hata yaptığımızın farkına hala varamadık. Bir türlü anlamıyor ve gereğini de ne yazık ki yapmıyoruz.  Bu yüzden çok insanımızı kaybettik ve kaybetmeye devam ediyoruz. Maddi ve manevi kayıpların acısı sadece ateşin düştüğü yeri değil ulusça hepimizin yüreğini yakıyor. Necip milletimiz yine her zaman olduğu gibi el birliği ile yaralarını sarmaya çalışıyor. 

Peki bu bir kader mi? Değil elbette. Kader kaçınılmaz kötü talihe denir. Depremin tahribatından kaçınmak mümkün. Öyleyse nedir bu? Gereğini yapmak ya da yapmamak! İşte bütün mesele bu. 

Depremden korunmak için neler yapmalıyız? Hep söylenir; başınızı iki elinizin arasına alarak veya bir koruyucu malzeme ile koruyun. Sarsıntı geçene dek bekleyin. Güvenli bir yer bulup, diz üstü ÇÖK, baş ve enseyi koruyacak şekilde KAPAN, düşmemek için sabit bir yere TUTUN hareketini yapın. Deprem sırasında sarsıntı durana kadar olduğunuz yerde kalın denir. 

1999 Kocaeli depremini yaşadım. Depremle tanışmış biri olarak şunu söyleyebilirim; O iş öyle ÇÖK, KAPAN, TUTUNLA atlatılacak bir iş değil. Öyle şiddetli bir sarsıntı ki tutunmak mümkün değil. Şansınız varsa ve açınız uygunsa bir ihtimal deprem sizi bir yaşam üçgenine savurabilir. Ama inşaatınız doğru projelendirilip iyi malzemeyle yapıldıysa, zemininiz sağlamsa binanız zarar görse bile enkaz altında kalmaktan kurtulabilirsiniz. Yani doğru iş yaparsak kurtulma şansımız daha yüksek olacaktır.

Yine de peki, iyi güzel bunları bilelim ve uygulamaya çalışalım. Ama bunlar vatandaşın alabileceği MİKRO yani KÜÇÜK önlemler. Peki MAKRO yani BÜYÜK önlemlerden ne haber? O önlemler neyi kapsıyor? Makro önlemler olmadan depremlerden ne kadar korunabiliriz? Ayrıca makro tedbirleri kim alacak? Yöneticilerin sorumluluğu bu tedbirleri kapsamıyor mu? Liyakat nedir? Göreve talip olma bilinci nedir? Bu bilince sahip olan ve olmayanları nasıl tanırız, nasıl anlarız ve olmayanları niye o makamlara seçer ya da atarız?

Vatandaş olarak biz deprem anında Çök Kapan Tutun yapalım ama sorumluluğu olan tüm yöneticilerde sorumluluklarını yerine getirsin artık. Mesela deprem öncesinde vakit varken KALK PLANLA, AYDINLAN UYGULA, UYUMA KONTROL ET VE ÜŞÜNME ÖNLEM AL yapsın. Depremlerden ancak bu şekilde korunabiliriz. Fay hattına yapılar yapılmasın, deprem dirençli kentsel dönüşüm gerçekleştirilsin, depreme dayanıklı ve mevzuata uygun binalar yapılsın, yüksek binalardan kaçınılsın.

Bilim insanları herkesin anlayabileceği şekilde deprem gerçeğini ve olası riskleri anlatıp duruyor. Acı resmi adeta gözümüze sokuyorlar. Anlamıyorlar demek yerine bilim insanı inceliğiyle biz anlatamamışız diyorlar. Daha ne yapsınlar? Depremi önceden bilmek ve haber verecek sistemi kurmak bugün için pek mümkün görünmüyor. Ancak, sismik araştırmalar, fay haritaları, yerkabuğunda kabarma ve çökmeler, radon gazı ölçümü, yeraltı sularının değişimi, elektrik ve manyetik alan değişimleri, küçük depremciklerin artması, sismik dalga hız oranlarında değişimler gibi parametrelere bakarak depremin olacağını öngörmek mümkün. Bilim insanları bu öngörülerini zaten paylaşıyor. Geriye sadece gereğini yapmak kalıyor. Öyle kolay değil elbette ama başka yolu da yok. Sonuçlara baktığımızda olan biteni daha iyi anlıyoruz. Gelişmiş ülkeler depremin yaratabileceği ağır tahribatı bilimle, akla uygun yargılarla, aklı selim kararlarla, aldıkları önlemlerle minimize etmeyi başarabildiler. Ne mutlu onlara darısı bizim başımıza. 

Koruyucu Ailelik; 

Depremde ebeveynlerini ve yakınlarını kaybeden çocuklar var. Acı deprem gerçeği KORUYUCU AİLELİK kavramını bir kez daha gündeme taşımış durumda. Ülkemizde evlat edinme nispeten biliniyor ancak koruyucu ailelik kavramı henüz yeterince bilinmiyor.

Korunmaya muhtaç çocukların korunmaları gereken süre içerisinde aile ortamında bakımını ve yetiştirilmesini üstlenen, yaşamını sağlayan aile veya kişiye KORUYUCU AİLE deniyor. Çocuğun durumuna en uygun aile seçimini, koruyucu ailenin eğitimini, sorumluluklarını, idare ile olan ilişkilerini detaylı bir şekilde düzenleyen yasa ve yönetmeliklerimiz var. 

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından 14 Aralık 2012 tarih 28497 sayılı RG’de yayımlanan Koruyucu Aile Yönetmeliğinin 8. maddesi koruyucu ailenin tespiti ve istenen belgeleri düzenliyor. Buna göre koruyucu ailenin; T.C. vatandaşı olması ve Türkiye’de sürekli ikamet etmesi, 25-65 yaş aralığında bulunması, en az ilkokul düzeyinde eğitim almış olması, düzenli gelire sahip olması gerekiyor.

Bu düzenlemeden anlıyoruz ki koruyucu aile vatandaşlar arasından seçilir yani bir kurum, kuruluş, dernek vs. koruyucu aile olamaz ve buralara korunması için çocuk teslim edilemez.

Evlat edinme ile koruyucu aile arasında bir takım temel farklar bulunuyor. Bu farklardan biride yaş sınırlamasıdır. Evlat edinmede çiftlerin 30 yaşını doldurmuş olmaları yeterliyken koruyucu aileliğe başvurabilmek için 25-65 yaş aralığında olma şartı aranıyor.

Çalışan anneler iyi bilir, “Çocuğuma kim bakacak?” sorusu önemli bir sorudur. Soru bazen soruna dönüşür ve genellikle imdada yetişenler anneanneler ve babaanneler olur. Çocuklara onlar bakar. Bu durumda bir mahzur görülmezken koruyucu aile olmak için 65 yaş üzeri neden mahzurlu görülür ki? Herkesin okul öncesi eğitim hizmeti veren yuva, anaokulu ve anasınıfı gibi kurumlara gücü yetmeyebilir, şartları uygun olmayabilir. Yetse bile tercih etmeyebilir. Kaldı ki ekonomik koşullar dar gelirli ailelerin düşük kazançları nedeniyle çocuklarına bir yuva eğitimi aldırmasını pek mümkün kılmamaktadır. Birçok ailenin çocuğu ilköğretime başlamadan önceki dönemde zihinsel, duygusal, kültürel ve sosyal gelişmelerini büyük oranda anneanne ve babaannelerinden alır. 65 ve üzeri yaşlardaki büyüklerimizin katkısı çoktur. 

Neden 65 yaş sınırı var?

Üzerinde durmak istediğim asıl konu bu. Koruyucu aile olmak isteyenler için neden 65 yaş sınırı var? Tek sebep yaşlı kabul edilmek mi? Oysa demografik ve sosyal açıdan yaşlılığın tartışma götürür bir konu ve realite olduğu ortadadır. Hali vakti yerinde, sosyal olarak başarılı, örnek bir yaşama sahip, bir çocuğun ihtiyacı olacak maddi ve manevi desteği ona fazlasıyla verebilecek, güzel örnek olup vatanını milletini seven, fikri hür vicdanı hür aydın bireyler yetiştirecek 65 yaş üzeri çok insanımız var. Koruyucu aile olmak isteyip bu yaş sınırına takılan insanlar tanıyorum. Bu nedenle üzgünler ve bu kısıtlamaya anlam veremiyorlar, düzeltilmesini istiyorlar. Haklılar. 

Geçtiğimiz yüzyılın ortalarında dünya genelinde doğumda beklenen yaşam süresi 50 yılın altında kabul edildiği ve yaşlı birey sayısı fazla olmadığı için 65 yaş YAŞLI kabul ediliyordu. O dönem 65 yaşın üzerindeki grubun nüfus içindeki payı %5’ler seviyesindeydi. Ancak günümüzde bu oran yükseldi.  

Ülkemizde bile TÜİK’in açıkladığı rapora göre yaşlı nüfus olarak kabul edilen 65 ve daha yukarı yaştaki nüfus, 2016 yılında 6 milyon 651 bin 503 kişi iken son beş yılda %24,0 artarak 2021 yılında 8 milyon 245 bin 124 kişiye ulaştı. Yaşlı nüfusun toplam nüfus içindeki oranı ise 2016 yılında %8,3 iken, 2021 yılında %9,7’ye yükseldi. Nüfus projeksiyonlarına göre yaşlı nüfus oranının 2025 yılında %11,0, 2030 yılında %12,9, 2040 yılında %16,3, 2060 yılında %22,6 ve 2080 yılında %25,6 olacağı öngörülüyor. 

Dünya Sağlık Örgütü tarafından 2017 yılında yaş grupları dikkate alınarak toplumdaki bireyler şu şekilde gruplandırıldı; 18-65 arası yaşlar GENÇ, 80 ve üzeri yaşlar YAŞLI, Hatta 80 ve üzeri yaş grubu 80-99 olarak sınırlanmakta, 100 yaşını aşmış̧ kimseler için “ASIRLIK” ve 110 yaşını aşmış̧ kimseler için de “SÜPER ASIRLIK” olarak tanımlanıyor. 

Yaşlı nüfus artıyor ve ileri yaşlara kadar yaşayan birey sayısı çoğalıyor. Bu insanların bir kısmı çok ciddi bilgi birikim ve tecrübeye sahip. Diğer koşulları sağlayan sadece yaş sınırına takılan ve koruyucu aile olmak isteyen bu gruptan insanlara bir imkân verilmeli ve yaş sınırı kaldırılmalı. 

Koruyucu aile hizmeti verildiği müddetçe koruyucu aile yanına yerleştirilen çocukların bakım, eğitim ve yetiştirilmelerine ilişkin harcamalara, çocukların kişisel gelişimleri için gerekli olan harçlıklarına karşılık olmak üzere talepte bulunan koruyucu ailelere belli bir miktarda aylık bakım ödemesi yapılıyor. Bu aylık bakım ödemesini alan var almayan var.  Koruyucu aile olmak isteyen tanıdığım 65 yaş üzeri hiçbir insan bu ödemeyi istemiyor. 

Bu durum aklıma Victor Hugo’nun Sefiller romanını getirdi her nedense. Yardıma ve bakıma muhtaç Cosette’ler, hem suçlu hem fırsatçı Thénardier’ler ve yardımsever iyi yürekli asil Jean Valjean’lar yaşamın her döneminde hep var oldular. Kim bilir belki de 65 yaş üzeri insanlar arasından Jean Valjean’ların çıkma olasılığını daha yüksek gördüğüm için olabilir bu düşüncem.

Bırakalım demografik yaşlılığı insan sosyal açıdan yaşlı ve yetersiz olmasın. 65 yaş sınırı kaldırılsın. Yardımı muhtaç çocuklara yardım etmek isteyen, onlara sevgilerini, bilgilerini ve tecrübelerini aktaracak, yıllarına iyi yaşam ve kalite katmış 65 yaş üzeri değerli ve istekli insanlarımızı üzmeyelim. Böylelikle sağlıklı bir birey olmaları ve iyi bir yaşam sürmeleri için yardıma muhtaç çocuklarımıza sunacağımız fırsatı genişletelim.

Sedat ÇİFTÇİOĞLU

25 Şubat 2023

Paylaşın:
719 Kez Görüntülendi. Etiketler: » »
#

SENDE YORUM YAZ