Endemik tabiri; alanları belirli bir ülke veya bölgeye ait, yerel, ender ve çok ender bulunan türleri çağrıştırır. Latince ‘endemos’, İngilizce ‘indigeneous’ kelimesinden gelir ve Türkçe’mizde ‘yerli’ anlamına gelir.
İnsanlığın beslenmesinde kilit rol oynayan tarla bitkilerinin %30’u Anadolu’dan köken almıştır. Ereğli’miz de endemik bitkilere sahip… Neler olduğunu bilmek istediğimizde; birkaç meraklı taze düştük yollara…
Kent içinde Akarca mahallesinde, neredeyse metruk, terk edilmiş bir evin ot bürümüş bahçesinde, o keşmekeşin içinde pembe pembe boynunu uzatmış ‘mercanköşk’lerini fark ediyoruz. Güzel kokulu bu ıtırlı bitkinin diğer adı, ‘mercengüş’; ballıbabagillerden. Bir zamanlar su buharı ile damıtılan bu bitkiden lavantacılıkta kullanılan bir yağ çıkarırlarmış…
Yukarı Kayabaşı mahallesinde, bir bahçe duvarında bitmiş, sarılgan yapraklarıyla ona tutunmuş ‘yapışkan otu’ bize göz kırpıyor.
Akropol eteklerinde, ‘turnagagası’ öbekleriyle karşılaşıyoruz. Güzel kokulu yaprakları var; buna ‘ıtır’ da diyorlar… Ezildiğinde meyvemsi, naneli ya da baharlı hoş bir koku yayıyor. Yapraklarından parfümeride kullanılan ıtıryağı çıkarılırmış. Parfüm, krem, sabun, diş tozu yapımında kullanılan bu yağ bir sanayi değeri…
Bir zamanların Karga köyü, şimdilerin Pençes mahallesine doğru inerken, güzel görünümlü salkımlar oluşturan; beyaz, eflatun, pembe ya da mor renkli küçük çiçekli bahçe bitkileri dikkatimizi çekiyor. Mahalleliye sorduk; ‘deliotu’ dediler. ‘Kuduzotu’ da deniyor. Küçük yapraklarının üstü, gümüşsü tüylerle kaplı.
Pazarüstü yokuşta yine terkedilmiş bir metrukhanenin bahçesinde ‘kuzu kişnişleri’ne tesadüf ediyoruz. Beyaz çiçekli, tüysüz ve parlak bir bitki… Meyvesi yemeklerde ve şekerlemecilikte çeşni olarak kullanılırmış. Damıtma yoluyla elde edilen yağı eskiden kokuculukta, pastacılıkta ve likör yapımında kullanılmış.
Bağlık sırtlarında hala yeşil kalabilmiş alanlarda ‘süs bezelyeleri’ bizi karşıladı. Tırmanıcı bir bitki; kırmızımsı mor, pembe veya beyaz renkli, kelebek biçimli, yanyana iki üç çiçek açmış…
Kepez’de Uyuyan Güzel’in sinesine sığınmış ‘Ankara çiğdemleri’ yüzümüzü güldürüyor; pembe, beyaz ya da mavimsi mor çiçekleriyle… Halk arasında ‘kalkgit’, ‘vargit’, ‘itboğan’, ‘mahmurçiçeği’ gibi adlarla da bilinir. Tohumlarında ve yumrularında kolşisin vardır ki; gut artriti ve diğer eklem ağrılarına birebir gelir.
Aydınlar köyü çayırlarında ‘gümüş yapraklı adaçayı’ kolonisini farkediyoruz. Mor, mavi veya beyaz çiçekli… İkisi ya da dördü bir arada…
Subaşı çayırlarında da; ‘üçgül’ klanları orayı burayı istila etmişler. Üçer küçük yaprakçıktan oluşan değerli bir yem bitkisi… Beyaz, pembe, kırmızı, mor ya da nadiren sarı çiçekler açar, zamanı geldiğinde… Besicilik yapanlar hayvan yemi olarak Landsberg karışımına katarlar : 40 kg burçak, 20 kg pembe üçgül, 15 kg çim…
Kemer boğazında da ‘koyun yumakotu’ bürümüş otların arasında… Geniş yapraklı çayır ve yem bitkisi… Erozyon önlemede toprak koruma bitkisi olarak da ekilmeli bolca…
Yaraşlıyörük köyü cihetinde, Gülüç kıvrımlarında ‘bataklık salebi’; su kenarlarında başını uzatmış bize bakıyor. Köylüler yumrularını toplayıp önce haşlar, sonra kurutur, sonra da öğüttükten sonra bir toz elde ederlermiş ki bu; nişastalı ve besin değeri çok yüksek olan salep diye bilinir. Sıcak sıcak içilir. Halk arasında göğüs yumuşatıcı ve öksürük kesici olarak kullanılır, üzerine tarçın ekilerek…
Güneşli şelalesinin çevresinde ise ‘çöven’ otları; sarı, pembe ya da kırmızı çiçekleriyle karşıdan karşılıyor bizi. Bunların kök sapları suda kaynatılınca içindeki saponin yüzünden sabun gibi köpürür. Eskilerde şekerci Niyazi’nin babası, helva yaparken ağdayı ağartmak için de kullanırmış…
Kabasakal deresi boyunca da sağlı sollu ‘hezeran’lar dikiliyor dimdik… Bildiğiniz su kamışları… Önceleri bunlar kurutulup iskemle, tabure yapımında kullanılırmış…
Soğanlıyörük tarlalarında ‘boz tarla sarmaşıkları’ yer yer öbeklenmişler, yol kenarlarına taşmışlar… Taşlı sırtlarda da bitmişler. Bunlara ‘kuzu sarmaşığı’ da denir. Beyaz ve pembe çiçekleri açtığında muhteşem görünürler. Kökleri safra söktürücü, müshil ve kurt söktürücü olarak halk tıbbında kullanılmış. Bunların arasında da yer yer ‘cüce keçisakalları’… Orada burada ‘emzik otları’… ‘Gelin parmakları’…
Gülüç boyunca tarla içlerinde ‘peygamber çiçekleri’ el sallıyorlar. Namı diğer; ‘mavi çiçekli kantaron’lar… buğday tarlalarının istilacıları.
Geniş yapraklı, sarı çiçekli ‘sığırkuyrukları’ dal budak sarmış, etrafı. Çiçekleri pamuksu görünümlü olup üfleyince dökülür. Çiçekleri ve yaprakları halk hekimliğinde kullanılırmış. Aralarında ‘mor sığırkuyrukları’, biz de buradayız diyorlar… ‘Nakıl çiçekleri’ de onlardan geri kalmıyor…
Yavaş yavaş tepelere sarıyoruz… Bize önce ‘horozgözleri’ hoş geldin diyorlar. Giderek etrafı ‘akdiken’ler sarıyor ; çalı tarzı ağaççıklar… Yapraklarını kışın da dökmüyorlar. Çiçekleri yeşil, ufak ve salkım şeklinde. Meyvelerinin kuvvetli bir müshil etkisi olurmuş…
Bir başka dikenli bitki de ‘geven’ler… Beyaz, sarı, mor ya da pembe çiçekleriyle dikenlerini saklıyorlar. Badıç denen meyveleri var. Gövdelerinden kitre denilen zamk çıkarılırmış ki; bu değerli sanayi ürünü eczacılıkta, boya ve dokuma sanayiinde kullanılıyor. Besiciler, geveni kurutarak, besleyici bir yem olarak hayvanlarına yediriyorlarmış. Aynı aileden ‘şişik geven’ler de göze çarpıyor…
Kocaali tepelerinde ‘yoğurt otları’; dört köşe gövdeliler… Beyaz, sarı veya yeşilimsi küçük çiçekleri oluyor. Sarı çiçekli olanların dal uçlarında bildiğimiz sütü kestirmekte kullanılan doğal bir maya bulunurmuş…
Akçakoca-Ereğli sahil yolundan başlayıp, Köseağzı-Keşkek sırtlarına kadar yayılan ‘katırtırnakları’; Mayıs sonunda ortalığı altın sarısı renge boğar… Arıların bayıldığı nektar özleriyle, bal kaynağı… Çok güzel kokarlar ama bundan dolayı bol miktarda börtü böcek çekerler…
Taban tepmekten yorulduk… Hazır gelmişken Köseağzı’na; tabiat cennetine uğrayıp ‘Vali’nin çayını içmemek olmaz… Tahta oturaklara oturup çayımızı yudumlarken hem onunla sıcak bir sohbet kuruyoruz, hem de Ereğli’nin endemik bitki örtüsünü değerlendiriyoruz…
Buraya kadar gördüğümüz ve sıraladığımız bitkiler tüm Batı Karadeniz bölgesinin doğal bitki örtüsünün üyeleri… Ancak ismini Herakleia Pontika’dan alan ve sadece Ereğli yöresine has endemik bir bitkimiz var…
Heracleum platytaenium… Namı diğer ‘tavşancıl otu’… Beyaz veya sarı çiçekler açar… Bunun bir diğer türü olan Heracleum spondylum ; ‘boğumlu tavşancıl otu’ ve Heracleum mantegazzianum; ‘büyük tavşancıl otu’ tüm Karadeniz kıyılarına yayılmış… Özellikle Rize yöresinde çiğ olarak yenir ve turşusu kurulur.
Tavşancıl otu halk arasında; ‘öğrek otu’ ya da ‘kamşam’ olarak da bilinir. Tarihte Hellenler tarafından da kullanılmış ve ‘Herkül otu’ adıyla anılmış… Ereğli’ye özel olmasının nedeni Herakles’e dayanması…
Tavşancıl otunun oldukça keskin bir kokusu vardır. Yaprakları bitkinin dip kısmında yer alır. Mayıs ve Haziran aylarında beyaz çiçekler açar. Görünüş itibariyle bir şemsiyeyi andırır. Haziran’dan Eylül’e kadar kesilerek demetleri yapılır, gölgeli ve havadar bir yerde kurutulur. Bunlardan çay elde edilip halk hekimliğinde kullanılmış antik dönemlerden beri… Kaynatılarak içilir…
Tavşancıl otu hazımsızlığı giderir ve sindirim sistemini düzenler. Vücudun bağışıklık sistemini kuvvetlendirir. Yüksek tansiyonu kontrol eder. Afrodiziyak etkisi olup kadınlarda adet dönemini düzenler, menapozu geciktirir. Bunca yararına rağmen bitki kökünde bulunan bazı maddeler nedeniyle cilde değdiğinde alerjik deri reaksiyonları yapabilir.
Hemen oracıkta, elde ettiğimiz doneleri kağıda dökerken ve bir bardak çayın daha keyfini sürerken grupta denize ‘cozlayan’ kıpkırmızı güneşin büyüleyici ihtişamında yitip gidiyoruz…
1665 Kez Görüntülendi. Etiketler: can canver“HERACLEUM PLATYTAENİUM” için 1 yorum
BENZER HABERLER
Çok bilgilendirici keyifli bir yazı keşke bitkilerin fotoları da olsa…